• Anasayfa /
  • Diziler/
  • Aziz /
  • Suzan Kardeş: 'Aziz'de görmek istemesi, beni çok mutlu hissettirdi!

Suzan Kardeş: 'Aziz'de görmek istemesi, beni çok mutlu hissettirdi!

Güncelleme: 25 Aralık 2021 Cumartesi, 11:41:47

Şimdilerde 'Aziz' dizisiyle karşımıza çıkan Suzan Kardeş ile Kosova'dan göç hikayesini, çok yönlü sanat hayatını ve bilinmeyenlerini konuştuk

On parmağında, on marifet var desek yanlış olmaz. Makyöz olarak başladığı sanat hayatı ona önce oyunculuk kapısını açtı, ardından da müziğe yönlendirdi. Yemek kitabı yazdı, uzun yıllar da işletmecilik yaptı. Enerjisiyle, muhabbetiyle seveni çok, hikayesi de uzun... Hayatının film olmasına yeşil ışık yakıyor. 'İstanbul’da ölmek kolay değildir' diyerek yaşadığı şehre olan aşkını dile getiriyor.

Son dönemin iddialı dizisi Aziz'de rol alıyorsunuz. Gelen teklifi kabul etmenizdeki etkenler nelerdi?

Öncelikle tabii ki 'Kulüp' dizisindeki ekip ile birlikte olmanın beni mutlu edeceğini biliyordum. Yönetmenimiz Zeynep Günay Tan’ın 'Öyle Bir Geçer Zaman Ki' dizisinde makyözlüğünü yapmıştım. Onun beni arayıp da 'Aziz'de görmek istemesi, beni çok mutlu hissettirdi. Yönetmen oyuncusu olmak özel bir şey.

Reytingler oldukça iyi... Sizce izleyici dizide ne buldu?

Elbette çekim ekibi, prodüksiyon ve senaryo önemli detaylar ama reytingleri etkileyen tabii ki başrol oyuncularıdır. Biz de kocam 'Cemal' ile şenlikli bir haldeyiz, reytinge bir katkımız olduysa ne mutlu.

Pek çok dönem dizisinde rol aldınız? Bu yapımlarda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Benim ilk dönem dizim 'Muhteşem Yüzyıl'daki 'Kınacı Kadın' karakteriydi. Orada şarkı söylemiştim. Tabii kostümler çok etkileyiciydi. Sonra 'Kulüp' dizisi de tabii çok farklı bir dönemdi. 'Aziz’de de Türkiye’nin zor dönemlerini yaşıyoruz. Dolayısıyla hepimiz zor durumda olan aileleriz. Kostümcümüz Gamze bu konuda müthiş bir kadın. 'Seksenler'de ise dönem olarak benim pek bir dönemim yoktu, ben zaten dönemin içinde yaşayan bir kadındım orada.

10 yıllık bir periyot seçseniz tekrardan hangi dönemleri yaşamak isterdiniz?

80'lerde daha gençtim. 90'lar daha uygun ama ben bu yılları da çok seviyorum.

"BABAM OLACAKLARI ÖNCEDEN GÖRMÜŞ"

Kosova'dan İstanbul'a göç etmenizdeki neden neydi? O dönemleri biraz anlatabilir misiniz?

İmkanlarımız iyiydi. Sokaktan eve gelip, kapının eşiğinden geçtikten sonra dışarıdaki her şey unutulur ve Türkçe konuşulurdu. Duvarda Atatürk resmi bulunurdu. Kuran ezbere bilinir, namaz kılınır ama içki de içilirdi… Az Türk aile olduğundan hem birbirimize hem de geleneklere çok bağlıydık. Modern bir hayat vardı. Evler tek katlı olduğundan biz hep sokakta olurduk. Herkesin kapısı da açık olurdu. Çok kültürlü, çok karışık bir ortamdı. Hatırladığım, sokaklarda gençlerin oluşturduğu gruplar vardı; Arnavutlar, Boşnaklar, Türkler… Her grup kendi aralarında müzikler yapar, geleneklerine göre yaşarlardı, aşklar yaşanırdı… Türk grubundaki gençlerin vücutlarında Türk olduklarını gösteren ibareler olurdu; Türk bayrağı dövmeleri, Atatürk, Türkçe isimler… Ama milliyetler pek konuşulmazdı. Dönemin Yugoslav Devlet Başkanı Tito (Josip Broz Tito) ayrımcılığa izin vermezdi. Çok toplayıcı ve koruyucuydu. Bu nedenle de çok sevilirdi. Bir Kosova ziyaretinde kız kardeşim Nermin ona çiçekler vermişti. Bu bizim için çok önemliydi. Biz onu Atatürk’e çok benzetirdik. Eskiden Yugoslavya’da bayramlarda üç bayrak asılırdı; Yugoslav bayrağı, Arnavut bayrağı ve Türk bayrağı… Türk bayrağı içlerinde en güzel dururdu… Gider gider seyrederdik! Orada “Bir gün Türkiye’ye gideceğiz” diye düşünürdük hep… Babam olacakları önceden görmüştü. Tito ölünce kardeşin kardeşi vuracağından endişe ediyordu. Babam etraftakilere; ‘Aileyi Türkiye’ye götürüp selamete çıkarayım’ diyormuş. Bunun için annemi, ben ve kız kardeşimle birlikte İstanbul’a bir keşif gezisine yolladı. Biz İstanbul’da yaşayan teyzemin yanına geldik. Benim bütün hayalim gelir gelmez İstanbul’daki ‘artist kuşlar’ı görmekti! Filmlerde hep Eminönü’nde yem atılan kuşları görürdüm! Devamlı, ‘Kuşları ne zaman göreceğiz!’ diye ağlıyordum. Keşif gezimiz bir ay, taşınma hazırlıklarımız üç yıl sürdü. Sonunda 1968’de 12 saatlik otobüs yolculuğuyla ‘yeni’ memleketimize geldik.

Ardından İstanbul'da yeni bir hayat kurmak sizin ve aileniz için zor oldu mu?

Her göç eden aile zor bir dönem geçirir.

Makyaj sanatçılığına nasıl adım attınız? Yeteneğinizi nasıl keşfettiniz?

Aslında en büyük hayalim arkeolog olmaktı. Resimleri ve tarihi çok seviyordum. Ya kazacak ve yeni dünyalar keşfedecek ya da ressam olacaktım! Dükkanda müşterilerin kibrit çöplerini toplar onlardan maket evler, bahçeler yapardım. Gördüğüm her şeyi karakalem çizebiliyordum. O dönem ‘Her şeyi öğreneceğim!’ dedim ve ne kadar kitap varsa okudum. Bu arada teyzemin kızı Beyazıt’ta bir kuaförde çalışıyordu. 13 yaşında onun yanına çırak girdim. Burası ‘Müjgan Kuaför’ isminde, bir karı-kocanın, Salih Ağabey ve Müjgan Hanım’ın işlettiği çok özel bir salondu. Yer süpürerek başladım, sonra havlu topladım, pens tuttum, sprey yaptım… En çok kitap okuyorum diye azar işitirdim! Müjgan Ablam Fransızca kelimeler öğretir, müşterilerle Fransızca konuşurdu. Kahve istemenin bile protokolü olurdu; ‘Ehl-i keyfin keyfini ne tazeler, taze elden taze pişmiş taze kahve tazeler’ denir, sonra ben gider kahve yapardım! Randevuyla çalışırlar, herkesi almazlardı! O yıllar Hilton Oteli’ndeki ‘Figaro Güzellik Salonu’nda çalışmak istiyordum. Üç yıl Müjgan Hanımlarla çalıştıktan sonra önce Bakırköy’deki bir başka salona, oradan da 1982 senesinde hayalini kurduğum Figaro’nun Etap Marmara’daki şubesine girdim… Benim derdim iyi bir şey yaratmaktı… Bugünkü Fransız manikürünü ben seneler önce müşterilerime yapardım! Nihayetinde burada Şan Tiyatrosu’nun müdürü Lisa Tuna ile tanıştım. Tuna ‘Sen bizim camiaya aitsin’ dedi ve beni bir daha bırakmadı…Ben tiyatro, fotoromanlar, sinema derken artık çok aranan bir insan olmuştum!

"UNUTULMAZ BİR İŞE İMZA ATTIK"

Pek çok sevilen yüz sizin elinizden geçti. Unutamadığınız sizde başka bir yeri olan makyaj var mı?

Haluk Bilginer’e yaptığım Atatürk makyajı en keyif aldığım ve benim için en önemli işlerden biriydi. İtalya'da hazırlanan saç ve kaş parçaları iki günlük bir çalışmayla Haluk Bilginer’in yüzüne uygulamıştık. Ekip olarak çok değerli ve unutulmaz bir işe imza attık. Çok da güzel geri dönüşler aldık ve tabii ki çok mutlu oldum bu olumlu tepkilerden. Bunlar dışında yaptığım tiplemeler benim için çok değerlidir. Tolga Çevik’e, Demet Akbağ’a, Yılmaz Erdoğan’a, Yasemin Yalçın’a, Ata Demirer’e, Cem Yılmaz’a yaptığım tüm tiplemeler benim için önemlidir.

Peki devamında oyunculuk nasıl geldi?

'Bir Demet Tiyatro' döneminde bir gün rolü olan bir oyuncu gelmedi ve onun sahnesinin çekilmesi gerekiyordu. Her bölüm ayrı ayrı çekiliyordu. Devamlılığı ve birbirine bağlı olan bir şey değildi. Skeçler gibiydi. Yılmaz Erdoğan oyuncu gelmeyince bana dönüp, 'Penceredeki kadını sen oyna ama annen gibi oyna' dedi ve sonrası buradayım.

"SEZEN AKSU, 'SEN BİR HİKAYESİN' DEDİ"

Hayatınızın dönüm noktalarını anlatabilir misiniz?

Tek bir dönüm noktası değil de birçok dönüm noktası var hayatımda. Bir tanesi ailemle Türkiye’ye gelmiş olmamızdır. İkincisi ailem ve kızımdır. Üçüncüsü Şan Tiyatrosu Lisa Tuna’dır. Dördüncüsü Sezen Aksu’dur. Bu böyle devam eder. Örneğin yine Türkan Şoray, BKM, 'Komedi Dükkanı', 'Seksenler', 'Kulüp' ve 'Aziz' gibi projelerde çalışmam benim için değerli dönüm noktalarıdır. Sezen Aksu benim için çok değerli. Onun için büyük bir dönüm noktası diyebilirim. Aramızda çok özel bir bağ var. İsmi gibi kendisi de her şeyi sezer. İlk albümümü kendisi bana yaptı. O zaman bana ''Sen bir hikayesin ve bu hikayeyi herkes öğrenmeli'' dedi ve ilk albümüm böylelikle çıktı. Çok heyecan duyduğum zamanlardı. Kendisinin hayatımdaki yeri çok başkadır.

Kendisiyle sık sık görüşüyor musunuz?

Pandemi dönemi hepimiz birbirimizden uzak durduk ama şimdi mümkün olduğunca ve vakit buldukça uğrarım. Sezen’in kapısı bana hep açıktır. O kapıyı çalar ve girerim. Duruma bakarım Sezen’in mutlu ve keyifli görürsem oturur çayımı kahvemi içerim yanında. Bakarım kafası bir şeylere meşgulse uzaktan öperim. Bizim aramızda teklif rica yoktur.

Sosyal medya ile estetik algısında büyük bir değişim var. Pek çok kişi de 'herkes tek tip oldu' diyor. Sizin estetiğe bakış açınız nasıl?

Estetiğe karşı değilim. Keşke benim de onu yapacak cesaretim olsa. Estetik insana moral veriyor, abartılı estetiklerden bahsetmiyorum. İnsani müdahaleler, çok küçük detaylar bazen insanın kendisini dinlenmiş ve mutlu hissettiriyor. Böyle şeylere hiç 'hayır' demem. Sağlık açısından da artık teknoloji ileri seviyelerde, gerekli estetikler çok şükür ki artık daha mümkün hayatlarımızda.

"HAYATIMIN FİLM OLMASINI İSTERİM"

Hayatınızın beyazperdeye yansıtılmasını ister misiniz?

Kim istemez ki bunu, herkes ister. Ben benim hayatımın bir gün bir değere dönüşeceğine inanıyorum. En azından bunu belgeleyecek bir kızım ve dostlarım var hayatımda. Benim de yazdıklarım var. Kim bilir bir gün ölmeden veya öldükten sonra bir şeyler olur.

"Hayal kurmaktan hiç korkmam, korkmadım!" demiştiniz. Bu sıralar neyin hayalini kuruyorsunuz?

Şu dönem en büyük hayallerim arasında; pandeminin bitmesi, sağlık çalışanlarının normal evlerine dönmesi, sokaklarda yaşayanların barınacak bir yer bulması gibi dileklerim var. Kendimle ilgili ise Hıdırellez’e büyük hazırlık yapıyorum. Onun hayallini kuruyorum. Bütün dünyanın bunu duymasını ve görmesini istiyorum. Pandemi herkese bulaştı, benim bereket keselerim neden ulaşmasın insanlara? Hem daha çok faydalı.

Sanırım Kuzguncuk'ta yaşıyorsunuz...

Kuzguncuk eski ve güzel bir semt. Burada komşuluk ilişkileri çok güzel. Bizim komşularımız ile aramızda bir şakamız var. Kuzguncuk çok güzel ama pahalı deriz. Kiralar çok pahalı. Kuzguncuk’ta büyük evlerde yaşamak istersen bence yaşama ama küçük evlerde yaşamak gayet güzel. Kısacası mahalleciyimdir. Mahallemden alışveriş yaparım esnafıyla iyi geçinirim.

"İSTANBUL'DA ÖLMEK KOLAY DEĞİLDİR"

Pek çok sanatçı İstanbul'un kaosunu terk edip Ege'ye yerleşmeye başladı. Sizin böyle bir planınız var mı, yoksa 'İstanbul'a aşığım' diyenlerden misiniz?

Hep şunu derim; İstanbul’da ölmek kolay değildir. Canın ölmek istemez. İstanbul gibi bir şehir dünyada yok. Zaman zaman Ege’ye gidiyorum. Öyle bir hasretliğim yok oralara karşı çünkü sürekli oralara gidiyorum. Orada bir yerim var, kız kardeşim orada. Bu şekilde geçiriyorum.

İşletmecilik geçmişiniz de var. Şimdilerde ise 'yeni nesil meyhane' adı altında pek çok işletme açılıyor. Geçmişle bugünü kıyaslarsanız hem eğlence hem de işletme kültürüyle ilgili neler söylersiniz...

Babamın lakabı olan Bekriya ismiyle 1992 senesinde açtığım mekanda ‘’Bekriya Geceleri’’ konsepti ile dönemin birçok ünlü ismini ağırladım. 2007 senesine kadar yaklaşık 15 sene boyunca meyhanemi işletmeye devam ettim. Bekriya’da en çok meyhane ve sohbet kültürünü yaşatmaya çalıştım. 12 senelik bir aradan sonra, Bekriya’yı bu sefer sahneye taşımaya karar verdim. Yıllar elbette birçok şeyi değiştiriyor. O dönemler bambaşka zamanlardı. Keyifli günlerdi. O kültürü şu an pek bulamıyoruz. Belki elimizden geleni yapıyoruz ama yine de eskisi gibi olmuyor. Sahnelerimde bu kültürü yaşatmaya devam ediyorum ve yaşatıyorum. Umarım böyle yerler daha fazla olur.

Çok renkli bir karaktersiniz... Hiç dinmek bilmeyen bir enerjiniz var sanki... Sırrınız ne?

Hayatım boyunca hep bir şeyler üretmek istedim. Böyle bir tarafınız varsa kolay kolay bırakamıyorsunuz hiçbir şeyi. Kendimi bu açıdan şanslı görüyorum. İnsanın kendi hayatında adayacağı şeyler olsun yeter ki… Allah ona güç ve beceri veriyor. Niyet etmek en önemlisi, o zaman hiçbir şey sizi temponuzdan alıkoyamıyor.

On parmağında, on marifet olan bir insansınız... Kendinizi yeteneksiz bulduğunuz noktalar var mı hiç?

Yaşım itibariyla zaten bu zamana kadar epey şeyden beslendiğimi düşünüyorum. Her şey tanıdık zaten. Elbette güncel birçok şeyi de takip ediyorum. Her şeyden önce ben var olmayı seven biriyim, yok olmayı seven biri asla olmadım. Var olmayı seven biri olduğum için de elimden geldiğince her şeye dokunmaya çalışıyorum. Sevmediğim özelliğim ise biraz inatçı ve hızlı bir insan olduğum için bazı ilişkilerimde çok becerikli değilimdir.

Arta kalan zamanınızda ne yapmaktan mutluluk duyuyorsunuz? Size ne iyi geliyor?

Boş zamanlarımda mümkün olduğunca el işleri yapıyorum. Herkese dağıtmak istediğim için kutularla evin içinde çiçekler yaparım. Hıdırellez keselerini yapmaya başladım bile. Çünkü onları hediye etmek ve dağıtmak çok hoşuma gidiyor. Bunlarla oyalanıyorum şu sıralar. Çok boş vakit kalmıyor araya işler giriyor zaten. Çekimler, röportajlar, konserler giriyor. Boş zamanımı mümkün olduğunca aile ile geçirmeye çalışıyorum. Herkes gibi yapıyorum ama benim tek farkım çiçekler yapıyorum. Dur diyorlar ama ben duramıyorum (Gülüyor).

"HAYAL KURMAKTAN VAZGEÇMEYİN"

Son olarak sizi sevenlere ne söylemek istersiniz?

En önemli şey; 'Umutsuzluğa kapılmayın' cümlesi olur. Güzel günleri görmek umudu her zaman içinizde yaşasın. Özellikle daha çevreci bir anlayışı benimsemeye çalışalım. Atıklardan faydalanalım, bazı şeyleri olabildiğince maksimum seviyede kullanalım. Artık dönem ekonomi devri. Sağlık için koruyalım kendimizi. Güzel sorularınız için öncelikle sizlere teşekkür ederim. Hayal kurmaktan vazgeçmeyin.