Renan Bilek: Değiştiremedim ama değişmedim de

Güncelleme: 26 Eylül 2021 Pazar, 12:28:24

Show TV'nin sevilen dizisi 'İçimizden Biri'nin bu akşam saat 20'de yayınlanacak olan 3'üncü bölümünde olaylar, yine izleyicileri sarıp sarmalayacak. 'William Willson' karakterini canlandırmadaki başarısıyla 'İçimizden Biri'nin izleyicilerin ilgisine mazhar olmasında önemli pay sahibi Renan Bilek, Habertürk'e verdiği röportajda dizi ve kendisiyle...

'İçimizden Biri' için gelen teklifi kabul etmesini "Çalışacağım ekip ve canlandıracağım karakter, beni ikna etmeye yetti" sözleriyle dile getiren Bilek, 37 yaşında ulaştığı şöhretin kendisi için ne ifade ettiğini şöyle açıkladı; "Şöhret denilen kavram, beni ilgilendiren bir konu değil. TV dizisi gibi popüler kültür ürünü bir işle uğraşıyorsanız, şöhret doğal bir sonuç. Üstelik zaman zaman coşan sonra kaybolan etkileri de var"
Renan Bilek, Habertürk'ten Mehmet Çalışkan'a verdiği röportajda dizi ve kendisiyle ilgili açıklamalarda bulundu.

'İçimizden Biri' ile 3'üncü randevu...
Show TV'nin yeni sezon dizilerinden 'İçimizden Biri'nin üçüncü bölümü bu akşam saat 20'de yayınlanacak.
Yapımcılığını Süreç Film'in, genel hikâye, senaryo ve yönetmenliğini ise Ersoy Güler'in üstlendiği'İçimizden Biri'nin başrollerinde Bora Akkaş, Mustafa Avkıran, Özge Yağız, Derya Alabora veRenan Bilek yer alıyor. OnlaraAsuman Dabak, Benian Dönmez, Burak Satıbol, Deniz Cengiz, Ceren Yalazoğlu Karakoç, Korhan Herduran, Faruk Akgören, Ozan Can Yiğit, Metin Çanak, İrem Tuncer, Pelin Şükrüoğlu, Nil Kılınçoğlu, Hira Nur Eyigün gibi başarılı isimler eşlik ediyor.

'İçimizden Biri'nin 'William Willson'u Renan Bilek, bir kez daha canlandırdığı karakteri, sanki bir yerlerde bir anda karşımızda bulacağımız birine dönüştürdü.
Renan Bilek'in bence alamet-i farikası da bu.
Canlandırdığı karakterlerin gerçek hayatta yaşayan biriymiş hissiyatı oluşturması.
Sizi bilmem ama Renan Bilek bende bir hissiyatın daha oluşmasına neden oluyor; bir kayığa atlayıp denize açıldıktan sonra oltaları denize salıp "Balık bahane, sohbet şahane" edasıyla sabahtan akşama kadar laflayacağınız, sadece kendisine kalacağını bildiğiniz sırlarınızı paylaşacağınız, dertlerinizi anlatıp açılacağınız biri olduğu hissiyatı.

Renan Bilek, 2010'da "Tamam da ağabey, madem böyle yetenekliydin de acaba bunca zamandır neredeydin?" sorusunu oluşturduğu zihinlerde yer tuttuğu zaman 37 yaşındaydı.
Kamuoyunun karşısına çeşitli nedenlerden dolayı geç çıkılmış olsa da TV'nin büyüsünü yeteneğini çalışkanlığıyla zırhlayan, işini seven, mesleğine ve meslektaşlarına saygı duyan biri için kullanmasının doğası gereği olduğu Renan Bilek üzerinden bir kez daha gözler önüne serildi.
Renan Bilek, işte o büyüyle var olmakla olmamak arasında incecik bir çizginin, aşağısının sarp kayalıklarla dolu olduğu sektörünün keskin virajlarını dönmeyi başardı.

'İçimizden Biri', sizi hangi özellikleriyle etkiledi?
Daha önce 'Yeni Gelin'de yine Ersoy Güler'le çalışmıştık. O zamanlardan senaristimiz ve yönetmenimiz Ersoy Bey, Mustafa Avkıran ve bana bu işin müjdesini vermişti. Çeşitli sebeplerden ötürü zamana bırakılmış bir projeydi. Çalışacağım ekip ve canlandıracağım karakter, beni ikna etmeye yetti diyebilirim.

Rol aldığınız dizilerin ortak özelliği uzun soluklu olup fenomen haline dönmeleri. Bu durumun oluşmasında üzerinize düşen pay nedir?
Bir dizinin başarısının çok bileşenli bir denklem olduğunu düşünüyorum. Ve kesinlikle önceden kestirilemediğini. Belki hissediliyor ama bilmek gerçekten imkânsız. Çünkü izleyici faktörü gibi baskın bir etken ve reyting diye çok bilinmeyenli bir canavar var. Bütün bu işleyiş boyunca benim tek yaptığımsa, dersimi çalışmak, yönetmeni iyi anlamak ve karakteri doğru bir şekilde ortaya çıkartmak. Bir de sanırım oynamaktan zevk aldığımı söylemem gerekiyor. İzleyicinin bu istek ve samimiyeti hissettiğini düşünüyorum. Canlandırdığım tüm karakterlerin görünüşleri, tavırları, havaları da birbirinden farklı bu arada. Televizyonda da bunu yapabiliyor olmak, beni mutlu ediyor.

Kariyerinizin temeli müzikken oyunculuğa da yönlenmenizin nedeni neydi?
Lise yıllarımda bir Timur Selçuk konserine gitmiştim. Hep piyano çalıp şarkı söyleyen usta o dönem, kimi şarkıları piyanonun başından kalkıp söylüyordu. Ama bir rahatsızlık var gibiydi. Nihayet sıkıntısını kendi dile getirmiş ve nüktedan bir şekilde "Dostlar, yıllarca piyano çalıp söylediğim için, piyanoyu bırakınca ellerimi nereye koyacağımı bilemiyorum" demişti. Kafamda bir ş çaktı. Ben de gitar çalıp şarkı söylüyordum ama evet, sahnede durmayı, hareket etmeyi, sahneyi kullanmayı öğrenmem gerekiyordu. Lisede yaptığım tiyatro çalışmalarına ileride de devam etmem gerektiğini düşündüm. Üniversite dönemimde Şehir Tiyatroları'na bağlı Tiyatro Araştırma Laboratuvarı'nın (TAL) sınavlarına girip kazandım ama orada çok kalmadım. Sonrasındaysa ustam Ferhan Şensoy, serüvenimin yönünü belirledi. Eğlenmek ve bilgilenmek amacıyla çıktığım yol zamanla beni içine çekip aldı.

Ortaoyuncular'ın kadrosundayken mesleğiniz adına Ferhan Şensoy'dan edindiğiniz en önemli öğreti ne oldu?
Sanıyorum ustamdan edindiğim en büyük kazanımlarımdan biri, oyun müzikleri konusundaki birikimini benle paylaşması olmuştu. Daha amatör grup Nöbetçi Tiyatro'dayken bile karşısına alıp çok temel noktaları açıklamıştı. Bu anlamda sayesinde oyun müziği ve müzikli sahne gösterileri konusunda ufkum genişlemişti. Benim Nöbetçi Tiyatro'da olduğum dönemde ustam, teorik dersler vermeyi bırakmıştı. Eskiden verirmiş. "Kaçıyorlar" diyordu... Ama öğrenmeyi seven ve bilen için Ferhan Ağabey'in ağzından çıkan her söz, bilgi değerindeydi. Doğruyu çok dillendirmezdi. Zaten olması gereken oydu çünkü ona göre. Ama yanlışı hemen dile getirirdi. Belki de benim için en önemli öğreti, sahne üzerinde doğrunun muallak ama yanlışın çok net olduğudur.

Ferhan Şensoy ile en son ne zaman konuşma imkânınız olmuştu, özel değilse ne konuşmuştunuz?
Doğrusu pandemi sürecinde sıkıntılı zamanlar geçirdim. Vefat, ameliyat, koronavirüs derken özel sebeplerim nedeniyle pek kimseyle görüşmedim. Ustayla da en son doğum gününde telefon görüşmesi yapmıştık. Genel bir sohbetti; hayata, memlekete ve dünyaya dair. İzninizle detaylar bende kalsın.

Bir dönem İzmir'de yaşadınız sonra tekrar İstanbul'a dönerek çalışmalarınıza devam ettiniz. Sizi önce İzmir'e sonra da yeniden İstanbul'a yönlendiren nedenler nelerdi?
Büyük Marmara Depremi sonrasında özel sebeplerle İzmir'e bir süre kafa dağıtmaya gitmiştim. Çocukluktan beri de akrabalarımız nedeniyle zaten giderdim. İzmir'i çok severim. İstanbul'un o dönemdeki şımarıklığı ve iş imkânlarının kesintiye uğraması nedeniyle ani bir kararla yerleştim. İzmir'de yaşadığım sürece müzik yaptım. Sanıyorum ülkenin ilk kahve evini de o dönem İzmir'de açma şansını yakaladım. Kimi dergilerde yazılarım yayımlandı. Ama tiyatro yapamadım. İstanbul'a dönüş yine işler nedeniyle oldu, tiyatro ve müzik için... Emekliye ayrılmak için sanıyorum erken bir zamanmış.

Oyunculuk, müzik ve tek kişilik gösteri... Birbirlerini ne yönde, nasıl besliyorlar?
Tek kişilik gösteri bir tercih olarak başladı ama sanıyorum zaman içerisinde benim için bir üslup, bir yol oldu. Hikâye anlatıcılığımı keşfettim. Ve bundan zevk aldığımı da keşfettim. Zamanlamasını kendimin belirlediği, seyirciyle baş başa olduğum, gerektiğinde tekst haricinde paylaşımlarla interaktif hale dönüşen ve kendi karın ağrılarımı da dökebildiğim bir alan. Tabii ki oyunculuk ve müzik de bu gösterinin tarzını belirliyor. Eğer yanılmıyorsam Cem Karaca'nın hayatını anlattığım 'Ömrüm' gösterisi, sahnede canlı orkestranın çaldığı ilk tek kişilik gösteriydi. Konser gibi bir oyun, oyun gibi bir konser... Tek kişilik gösterilerimde oyunculuğun da müziğin de katarsisini yaşadığımı söyleyebilirim.

Teklifi kabul ederken canlandıracağınız karakter hangi özelliklere sahip olmalı?
Açıkçası karakterin nasıl biri olduğu değil de - eğer iş bilim kurgu ya da masal gibi, gerçek ötesi bir şey değilse - gerçekçi olup olmadığı benim için önemli. Ve tabii o karakterin hikâyedeki, senaryodaki etkisi. Tercih yaparken kendime sorduğum en önemli soru şu; "Bu role ne katarım, bu rol bana ne katar?" Oynayacağım rol beni bir şekilde zorlamalı, bir yerlere sürüklemeli, bir serüven yaratmalı. Ve tabii ben oynadığımda da - bana göre - bir fark yaratmalı. Kimi özel durumlar dışında, kim oynarsa oynasın aynı olabilecek roller bana heyecan verici gelmiyor.

Çekimler öncesinde nasıl bir hazırlık sürecinden geçiyorsunuz? Rolünüze senaryodaki yazılanların dışında ne ölçüde katkıda bulunuyorsunuz?
Tiyatroda dramaturji çalışması bütün soruların cevabını aldığımız bir süreçtir. Sinema filminde kimi zaman bu kadar net bir dramaturji çalışması olamayabiliyor. O aşamada senarist ve yönetmenin açıklama ve yaklaşımı genel bir çerçeve tanımlama şansı veriyor. Gerisi senaryonun derinliklerinden cımbızlayarak karakter notları çıkartmakta ama dizi, bizim ülkemizde bir macera olduğundan, siz ancak yolculuk esnasında karakteri oturtmak hatta bazen maalesef tanımak ve tanımlamak durumunda kalabiliyorsunuz. Zaten oyuncunun farklılık yarattığı alan da işte o kendinde olanları ortaya döktüğü alanlar. O da olmasaydı, herkes, her rolü aynı oynardı. Tam o noktada kişisel birikim, kültür, derinlik, hissiyat, tecrübe gibi birçok etken devreye giriyor.
Komedi oynadığımda, tabii ki geldiğim ekol nedeniyle tulûata olan yatkınlığımın da faydasını görüyorum. Doğaçlama ciddiyet, birikim ve edep isteyen bir iştir aslında. "Bakın ben ne hazırcevap biriyim" diye aklına gelen her şeyin söylendiği bir alan değildir yani. Hele ki bir karakter canlandırıyorsan...

Canlandırdığınız karakterleri bir ruha sahip, yaşayan kişiymiş gibi algılıyorum. Öyle olmasındaki alamet-i farikanız nedir?
Ne güzel bir algılama, ne güzel bir tanım. Teşekkür ederim. Öyleler çünkü bana göre. Benim için o karakterin bir şekilde var olması gerekiyor. Daha tanışmamış olabilirim ama o kişi bence bir yerlerde var olmalı. Ben aslında daha tanışmadığım için size her karakterde "İşte bu!" diyemeyeceğim birini anlatıyorum. Bu bir tek 'Cep Herkülü Naim' filminde farklı olmuştu. O filmde canlandırdığım karakter, gerçek bir karakterdi. Ama orada da kurgusal yapı nedeniyle film öncesinde tanışıp etkilenmek istemedim. Galada tanıştığımda Rasim Beyin "Her şey güzeldi de, ben Bulgarlara o kadar sarılmadım" demesi benim için hem eğlenceli bir eleştiri hem de nefis bir espri olmuştu.

Şöhreti 37 yaşında yakalamış olmak size neler hissettirdi? Hayatınıza etkisi ne oldu? Şöhret, size neler ifade ediyor?
Şöhret denilen kavram, beni ilgilendiren bir konu değil. TV dizisi gibi popüler kültür ürünü bir işle uğraşıyorsanız, şöhret doğal bir sonuç. Üstelik zaman zaman coşan sonra kaybolan etkileri de var. "Herkes tarafından sevilmek çok güzel bir şey" gibi klişelerin de tarzım olduğunu söyleyemeyeceğim. Başkalarının ne dediğine bakarak yaşamayı hiç önemsemedim. Bir tane hayatım var. Kendi tercihlerimle yaşamaya özen gösteriyorum. Kendime ait değerlerim, zevklerim, isteklerim, kurallarım var. Beni bağlar. Bu anlamda 'şöhret'in çoğu zaman ayak bağı olduğunu söyleyebilirim. Ama 'ünlü' olmak kavramıyla 30'lu yaşlardan sonra tanışmak belki de olası bir hazımsızlığı engellemiştir. Bakın bu olabilir işte... Bilemiyorum. Çünkü o dönemde oyunculuk ve müzisyenlik yaparak, zaman zaman da bir yerlere bir şeyler yazarak hayatımı döndürüyordum. Hâlâ da aynı şeyleri yapıyorum. En nihayetinde bu bir meslek, bir iş. Ben de işimi en güzel şekilde yapmak için çabalıyorum. Hepsi bu.

Herkesin hayatla ve kendisiyle bir derdinin olduğunu düşünüyorum. Sizin hayat ve kendinizle ilgili en büyük derdiniz nedir?
Herkesin hayatla ve kendisiyle bir derdi olduğuna hâlâ inanıyor musunuz gerçekten? Ben uzun zamandır bu konuda yanıldığımızı ve birçok insanın böyle bir kaygısı olmadığını düşünmeye başladım. O kadar ki hayvanla insanı ayıran en önemli fark olan 'düşünme' eyleminden uzak olan insanları gördükçe, bırakın hayat ve kendimle ilgili dertleri, insan ve insanlıkla ilgili dertlerin beni sarıp sarmaladığını bile söyleyebilirim. Açıkçası şu anda yeryüzünde sürdürülen yaşam tarzıyla barışık bir adam değilim. Gençliğim dünyayı değiştirmeye çabalayarak geçti. Başarılı olduğumu ya da olduğumuzu söylemek pek doğru olmayacaktır. Yine de ben, inatla "Değiştiremedim ama değişmedim de..." diyenlerden olmaya çalışıyorum. Umudum hep var. Çünkü insan var. Yalnız değilim ya bu yaşlı toprağın üzerinde. Usta'nın dediği gibi, "Bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine" yaşamaya çabalıyorum sadece. Çünkü başka bir dünya mümkün. Buna sadece inanmıyorum. Biliyorum!...