'Arayışı bitmeyen partnerlerin varsa çalışmak çok zevkli'

Güncelleme: 28 Mart 2017 Salı, 09:09:29

Tülin Özen ve Ahmet Rıfat Şungar, Show TV’de salı akşamları seyirciyle buluşan ‘Aşk ve Gurur’un merak edilen çiftlerinden. İki farklı karakteri aşk bir araya ge

Show TV’nin yeni ve sevilen dizisi ‘Aşk ve Gurur’, heyecanlı bir başlangıç yaptı. Bir aile hayatının içindeki olayları ve elbette karakterlerin birbirine duyduğu aşkı yakından gördük. Heyecanlı gelişmeleri her bölümde izlemeye devam edeceğiz. Dizide Türkan ve Kadir karakterlerine hayat veren Tülin Özen ve Ahmet Rıfat Şungar, gerçek hayatta da uyumu yakalamış, eğlenceli bir çift. Birbirlerine espri yapmaktan da geri durmuyorlar, birbirlerini korumaktan da. Uyumu yakalayan çifti izlemek daha da keyifli olacak. Mahallenin havalı gençlerinden Kadir, amatör lig takımlarından birinde futbolcu. Üstelik yakışıklı ve karizmatik... Türkan’a o kadar âşık ki, aralarındaki yaş farkını umursamıyor. Onun için varsa yoksa Türkan... Tam bir aşk kadını olan evin büyük kızı Türkan ise kendi ayakları üzerinde durup yeniden âşık olabilmenin hayalini kuruyor. Öte yandan Kadir’in ilgisinden hoşnut, ona karşı da kayıtsız değil. Rollerini çok seven ikiliyle keyifli bir çekim yaptık. Rollerinden hayatlarına işte karşınızda Tülin Özen ve Ahmet Rıfat Şungar.

Bir aile dizisi olarak başladı ‘Aşk ve Gurur’ ve kısa sürede karakterlerin aşkları gündeme geldi. Projenin size yansıması nasıl?

Tülin Özen: Türkan’ı çok sevdim. Böyle bir arkadaş grubunun içinde Türkan yaratmak eğlenceli olacaktı. 5 çocuğa bakmak durumunda kalarak bir anne rolünü üstlenmek zorunda kalıyor. Bir taraftan başının belası var. Ahmet Rıfat Şungar: Çatık kaşlı adam rollerinden insan biraz sıkılıyor. Kadir’in de ileride neye dönüşeceğini bilmiyoruz ama bu çocuk 5 saniyeden fazla sinirlenmiyor, hep “Vardır bir nedeni” diyen bir tarafı var. İşin en büyük sürprizi ise kasttı. “Kimlerle çalışmayı hayal edersin ve partner olarak kime güvenebilirsin” diye düşündüğünde aklına gelen isimlerle partner olabilmek hem çok güzel hem de zor. Daha çok çalışmayı gerektiriyor. Üzerine yatamıyorsun hiçbir şeyin.

T.Ö.: Sen daha kibar konuşarak bu röportajda ön plana çıkmaya çalışıyorsun ya inanılmaz. (Gülüyorlar.) Aranızdaki aşk ne kadar sonra ortaya çıkacak?

T.Ö.: Hikâyemiz tam olarak nereye gidecek ve aramızdaki şeyi tam olarak nasıl adlandıracağız bilmiyorum ama net bir şekilde ilişkileri var. Her ne kadar Türkan istemese de...

T.Ö.: Evet, kendini durduramadan gülüyor abla. Çok da istemiyor aslında. lgi mi hoşuna gidiyor?

T.Ö.: Düz bir ilgi değil tabii Kadir’inki, güzel bir ilgi. Türkan’da bu ilgiyi değerlendiriyor. Mahallede bir ‘Türkan’ durumu var. Bir içki masası sahnesi çektiniz değil mi, orada beni övüyorlardı

A.R.Ş.: Tabii.

T.Ö.: Onları söylesene işte. (Gülüyorlar.)

A.R.Ş.: O önemli bir sahne. Mahallede âşık olduğu kadınla ilgili bir şey söylendiğinde masa devirmeye meyilli oluyoruz. O masa devrilince karşındaki korkudan bir şey söyleyemiyor ve halloldu sanıyoruz ya... Kadir’in özelliği masa devirmiyor, kendinden önce Türkan’ı kollamaya çalışıyor, tek kişilik düşünmüyor. Türkan’a âşık ama çaktırmamaya çalışıyor. Zor bir ikilem. Söylese tepkiler gelecek.

Dul olması ve yaş farkı var. Masa devirme olayına nasıl bakıyorsun?

A.R.Ş.: Olmaması gereken bir şey. Yemek düşünce öpüp başına koyan adam neden masa devirir ki? n Hiç sinirlenip telefon fırlattınız mı?

A.R.Ş: Ben fırlattım ve hemen pişman olup kız arkadaşımdan özür dileyip telefonu cebime koydum ve ertesi gün tamirciye gittim. Gereksiz bir şeydi.

T.Ö.: Hayır, ben zaten telefonla çok ilişki kuran biri değilim. Niye fırlatayım, yanıma almıyorum ki.

‘KADINLARIN DUYGUSAL ZEKÂSI DA MANTIĞI DA ÇOK İLERİ’

Mert Fırat dizinin kadın oyuncularının çok güçlü, erkeklerinse yapım aşamasında olduğundan bahsetti. Sizce?

T.Ö.: Erkeklerin genel olarak durumu yapım aşaması olduğu için çok gerçekleri yansıtan bir senaryomuz var. Kadınlar hep güçlü olmak durumunda. Erkeklerse durumu kollayıp oralardan kendilerine iş çıkarmak ve sonrasında masa devirmeye kadar giden gereksiz delikanlılık yapmaya çalışarak oradan adam olmaya çalışıyorlar.

A.R.Ş.: “Erkek ol, adam ol” diye öğretilmişliklerle gelen tavırlar var. Bazen bana öyle cümleler kurdurtan bir şey oluyor. “Ona bir şey yaptılar sen niye durdun?” deniyor mesela. İyi de ben durmazsam kavgaya dönüşür. Kadınların duygusal zekâsının da, mantığının da çok ileri olduğunu düşünüyorum. Yapım aşamasında kısmı oraya yakışıyor. Biz her gelen yapıcı şeyi bozarak soruna dönüştürüyoruz gibi geliyor. Bazen “Birileri bizi alsın, bir şeyler anlatsın tekrar geri gelelim” dediğim oluyor.

Sizce beklentisiz ilişki kurmak mümkün mü?

T.Ö.: Yalnız olmamak ve biriyle iletişime geçmek için ilişki kuruyorsan, kendini dinletmek, kendini paylaşmak istiyorsan beklentisiz bir ilişki olmaz. Ancak çıkar, başarı ve para da ilişkilerden beklenebilir. Dolayısıyla beklenti kurduğun yerde ilişki olamaz. İş olabilir.

Hastayken bir telefon almak istemen de beklentiye girebilir ama...

T.Ö.: İlişkiyi yalnız olmadığını bilmek için kuruyor, sosyalleşiyorsun. “Merhaba” dediğinde karşılığını alıyorsun. Burada amaç kendi sesinin dışında bir ses daha duymak. Beklentiler olmasa zaten ilişkiler kurmayız, su kenarlarında yaşarız. Beklenti deyince çıkara dönüyor benim için.

A.R.Ş.: Kelimelerin içleri boşaltıldı, anlamları değişti. Beklenti deyince menfaat algılıyoruz. En basitinden beraber sıkılabiliyorsun ve bunu kişiselleştirmiyorsun. Bazı alanlarda özgür olabilmek, eğlenmek, sohbet etmek, yeri geldiğinde tartışmak gibi bütün insani taraflarınla zinde ve sevgi dolu olabilmek dışında bir beklenti olamaz. Bu her türlü ilişkide böyle. Benim sete geldiğimde de arzum bu oluyor.

 

‘Beynim ve kalbim çöplüğe dönmüş hissettiriyor’

Hayatta neler seni kırar?

T.Ö.: İnsanların söyledikleriyle yaptıkları tezat olunca çok kırılıyorum ve “Her şey yalan” diyorum. Ama oyuncu olduğumuz için bir yandan hep anlamaya çalışıyoruz. Bazen “Ne yaparsa yapsın” noktasına geliyorum.

A.R.Ş.: Bazen beynim ve kalbim çöplüğe dönmüş hissettiriyor.

T.Ö.: Bu kadar karakter yaratmaya çalışırken karaktersiz olunduğunda anlamaya çalışmak da zor. Öte yandan kırgınlıkla yaşanmaz. İnsanların bin tane derdi ve varoluş çabası var. Başarılı olması, genç kalması, seksi gözükmesi gerek... Hepimiz aynı baskıların altındayken herkes saçma sapan şeyler yapabiliyor.

 

Karşıda bir insan var âşıksan âşıksındır

Kadir yaş farkını hiç kendine dert etmiyor, bu anlamda ona cesur diyebilir miyiz, aşkta yaş farkı ne kadar önemli, ne kadar göze alınabilir sizce?

T.Ö.: Benim hiç düşündüğüm bir soru ve mevzu değil. Karşıda bir insan var, âşıksan âşıksındır. Bir şey yaşamak istiyorsan yaşarsın.

Aşkta yaş sorun değil yani...

T.Ö.: Değil. Ne kocaman insanlar var ki 5 yaşında gibi davranıyorlar. Ne küçük insanlar var ki “Ya sen ne zaman büyüdün?” diyorsun. İnsanın karakteriyle ilgili olduğu için soruyu nereden cevaplayacağımı bilemiyorum.

A.R.Ş.: İnsanın yaşıyla ilgilenip kişiliğiyle ilgilenmeyerek ‘kadın’, ‘adam’ diye benzetmeler yapmaya benziyor bu. Benim 5 dayım var, en küçüğü 78 yaşında ve eşi ondan büyük. Bunu şimdi konuşulunca hatırladım. Bu öğretildiği için takılıyoruz.

Türkan’ın karşısında her şeyi göze alabilen bir adam var. Bu bir kadını ne kadar etkiler, Türkan’ı ne kadar etkileyecek?

A.R.Ş.: Her şeyi yapan adam karşındakinin bununla ilgilenip ilgilenmeyeceğini düşünmeden yapmaya devam ediyorsa orada da bir sıkıntı var. Türkan bunu istiyor mu? Kadir’in toyluğu da burada. Kadir bodozlama her şeyi deneyecek gene de, bunu zamanla göreceğiz.

Ama onun için her şeyi yapabilir, bu onun içinden geliyor.

T.Ö.: Kadir’e “Evle ilgili meseleyi babana söyleme” diyor ama kendi gidip söylüyor. Sonra olaylar gereksiz şekilde karışıyor. Buradaki iyiliğin altında ben başka bir şey ararım. Yaşadığı kadına âşık olmak değil, kendi sevebilme yeteneğine âşık... Oradan gelen iyilik karşı tarafın hayatını hiçe saydığın bir şey. Orada sıkıntı var.

A.R.Ş.: Bu ikili ilişki için iyi olmayabiliyor. Bu benim zamanında çok yaptığım bir şey. “Kesin çok mutlu olacak” dediğim noktada mutlu olmuyor. Sürpriz ya da hediyeden bahsetmiyorum. Dizide “Bunu söyleme” dese de onu dinlemiyor. Oysa sana iki çift göz baktı ve bir şey söyledi değil mi, dinlesene onu. Hep iyilik yapmaya çalışmak totalde herkes için iyilik anlamına gelmiyor.

‘Kendini anlatabilen bir kadını daha oynamadım, kimse de yazmadı’

Tülin sen daha önce Mert’le “Kapalıçarşı” dizisinde birlikteydin. Setin en keyifli tarafı sanırım daha önce çalışan insanların bir araya gelmesi. Yeni insanlarla çalışmak daha keyifli değil mi?

T.Ö.: Evet, Begüm’le (Akkaya) ‘Kapalıçarşı’da, Ayris’le (Alptekin) ‘Mavi Dalga’da birlikte çalıştık. Önceden tanıdığın insanlar huysuz ve çalışması zor insanlarsa ayaklarını geri geri götürebilir. Ama ben şanslıyım, son derece uyumlu ve benim gibi saygılı insanlarla çalıştığımı düşünüyorum. Tiyatro yapmaktan gelen bir hisle tanıştığın insanlarla yeniden çalışmak avantajlı ve çok çabuk ısındığın bir şey. Yeni birileriyle çalışmak da iyi. Tamamen karşındakinin karakterine bağlı... Istırap da olabilir heyecan verici de. Ben şanslıyım.

Tülin, meslekte 15 yılı geride bırakırken derdini biraz olsun anlatabildiğini düşünüyor musun yoksa hâlâ bir iç sıkıntısı var mı yapmak istediğin şeylerle ilgili?

T.Ö.: Benim “Derdimi tam anlamıyla anlattım” diyebilmem biraz da senaryoya ve yönetmenin bakış açısına bağlı. Bir oyuncu olarak neler yapabileceğim konusunda her zaman sıkıntılıyım. Çerçevem daha dar. Bunun için iyi kadın işlerinin yazılması gerek. O rolün de kadın kadın değil, derdini anlatabilen bir kadın olması gerekiyor. Şu an ihtiyacım olan o. Bir kadın başrolü çok isterim o ayrı ama kendini anlatabilen bir kadını daha oynamadım, kimse de yazmadı.

Kendin yazıyor musun?

T.Ö.: Yok.

A.R.Ş.: Ben yazmaktan çok hoşlanıyorum ama sonuna getirdiğim bir şey olmadı. “Oynadığım roller bu mesleği yaparken kurmak istediğim cümleleri, dertleri anlatmıştır ve bitmiştir” dediğim noktanın yanına bile yaklaşmadım. Oynadığım filmlerle ilgili kendimi ikna edeceğim bir şeyler olduğu için hiç bitmeyecek kurmak istediğim cümleler sanki. Yazmak beni rahatlatıyor ama o bir şeye dönüşür mü bilmiyorum. Yürümek, yazmak çocukluktan beri yanımda taşıdığım şeyler.

T.Ö.: Sen de ben de şanslı tipleriz aslında. Çok iyi işler yapmış iki insanız ve ona rağmen böyle söylememiz üzücü. Türkiye durumu ortaya çıkartıyor aslında.

A.R.Ş.: Dizide zor şartlar altında çalışıyoruz. Zor derken üretmekle ilgili özgürlük alanının çok dar olduğu, hızlı pratiklerle iş halletmeye çalıştığımız bir şeyden bahsediyorum. Ama senaryoyla ilgili büyük sıkıntımız olduğunu düşünüyorum. Anlardan oluşan ve anların içine hapsolmuş filmlerde oynamaktan biraz yoruldum. Son iki yıldır enteresan senaryolar okumaya başladım. Hayat içerisinde durmak iyi gelse de duran bir kamera karşısında oynamaktan yorulabiliyorum. Bu bir bütüne hizmet ettiğinde yaptığım işlerden memnunum ama aynı biçimde oynamaktan bahsediyorum. Her gün aynı çorbayı yemek gibi... Biraz daha heyecanlanmamızı sağlayacak senaryoların gelişmesi hayalini yaşıyorum. Oyunculuk mesleğine önyargıyla yaklaşıldığını düşünüyorum. Oysa o da bir ilim, bilim alanı. Oyunculuk “Senaryo geldi oynadım”, “Hissettim oynadım”dan fazla bir sürü çabadan geçiyor. Bana sette ekipteki bir başka çalışma arkadaşıma gösterildiğinden daha fazla ilgi gösterildiğini hissettiğimde kırılabiliyorum. Bu aslında oyuncular ve ekip olarak ayrı olduğumuzun düşünülmesinden kaynaklanıyor. Aslında işlerimizin tanımları tam olarak ortaya konduğunda bunları konuşmayacağız. Az kaldı bence.

T.Ö.: Gerçekten mi Rıfat.

A.R.Ş.: Gerçekten. Bazen beni iyi tanıyan dostlarımdan “Siz oyuncular...” diye başlayan cümle geldiğinde teslim oluyorum.

‘Ödül törenine sırt çantasıyla giderek kendi lüksümü yaratıyorum’

Tülin senin her telefonu açmadığını, çoğu zaman yanında taşımadığını ve sırt çantasıyla ödül almaya gittiğini öğrendim...

T.Ö.: Tatile sırt çantasıyla gidiyorum. Sürüklenen valizler zor geliyor, bileğin bükülüyor.

Sırtına yükleniyorsun...

T.Ö.: Bileğimi bükmektense onu tercih ediyorum.

A.R.Ş.: İkili valizler çıktı, sırtına takıp çekebiliyorsun.

Oyuncu olmana rağmen telefonu reddedebilen bir yapın var. Ödül almaya hazırlanıp gidenlere alışığız, sırt çantası tuhaf geliyor. Nasıl bir dünya seninkisi?

T.Ö.: Ben kendi gerçeğimde onlar da kendi gerçeğinde yaşıyorlar. Kimin nasıl görünmeye ihtiyacı olduğu benim karar verebileceğim bir şey değil. Öbür türlüsüyle çok mutlu olamıyorum başıma dert oluyor. Her an ulaşılmak da istemiyorum, nedeni bu. Bir sürü insana her an ulaşamayabilirsiniz. Bunu anladığım gibi kendime de bu hakkı tanıyorum. Ama bu insanlara çok zor anlattığım bir şey. Onlardan kaçtığımı düşünüyorlar. Gereksiz bir kırılma ve “Ama bana yapma” hali oluyor. Anneme de yapıyorum, kardeşime ve erkek arkadaşıma da... Ben o sürede ulaşılmak istemiyorum. Nasıl ki sen bana ulaşılmak istemediğini söylediğinde bunu yüzde 100 anlayacaksam, “Tabii ki de arkadaşım” diyeceksem aynı şeyi kendime alıyorum. Ödül törenine sırt çantasıyla giderek kendi lüksümü yaratıyorum. Günler öncesinden bu telaşa girmek istemiyorum, daha çok düşününce daha iyi bir şey giymeyeceğimi çok net biliyorum. Kendi hayatımı rahatlatmak için yaptığım şeyler bunlar.

‘Gözümün içi genç kaldıktan sonra, beden çökmüş dert değil’

Aslında ne istediğini biliyorsan hayat sana istediğini veriyor diye düşünüyorum. Senin okurken bir sinema projesinde olmak istemediğini ve son mezuniyet sınavından çıkmanla, ‘Üç Maymun’dan teklif aldığını öğrendim...

A.R.Ş.: Okurken bir sürü görüşmeye gittim, olmadı. Bir arkadaşım okurken çok iyi bir işte oynadı ve okuldaki bütün arkadaşlarımın ona karşı geliştirdiği motivasyonu görüp çok korktum; bütün gözler üzerine çevrilmişti ve bu beni çok ürküttü. Bütün görüşmelere de “Umarım okurken ses getirecek bir işte olmam” diye gittim. Tabii ki olmasını kiramı ödeyebilmek ve bir yerlerde gözükmek adına istiyordum ama o duygusal olarak kendimi frenlediğim bir dönemdi. Büyük şanstı. Ama o şans aslında bir sürü şanssızlığı göze alarak kendi kendine yaptığın bir şey. Babamın arkamdan “Bizimki yine televizyonda bir şey yok dedi ve kimsenin izlemeyeceği bir filme gidiyor, vah vah” dediği yer aslında benim handikapımdı. İnsan kendini orada o kadar yalnız hissediyor ki. “Ben yaptım, değer bulamadım” diyorsun.

Rıfat, küçük gösteriyorsun. Bu meslekte bir avantaj mı?

A.R.Ş.: Şöyle bir dezavantajı var; bazen bir dizi ya da film projesinin bana gelmediğini duyuyorum. “Neden?” diye sorduğumda, “Küçük gösteriyorsun” diyorlar, tamam. Sonra bana onu söyleyenlerle başka projelerde karşılaştığımızda showreel’ime bakarken “Burada 35 yaşında gibisin. Geçmişte daha yaşlı, bugün daha genç gösteriyorsun” diyorlar. Oysa o işi 4 sene önce oynamışım. Elbette saçım uzuyor, sakalım çıkıyor. O zaman bir çare bul. Bunlar bana bahane gibi geliyor, bir tek o canımı sıkıyor. Yoksa gözümün içi genç kaldıktan sonra bedenim çökmüş çok da dert değil. Bu işte işime yaradı mesela. Biz Tülin’le akranız esasında.

T.Ö.: Akran mıyız? (Gülüyor.) Kibarlıktan öleceksin.

A.R.Ş.: Evet, 2-3 yaş var.

T.Ö.: Aynı kuşaktanız.

A.R.Ş.: Futbol sahnesi çekerken “Arkadaşlar aranızda 30 yaşında olan var mı?” dedim, bir kişi elini kaldırdı, diğerleri 18’indeydi. Baktım da ben gerçekten küçük gösteriyorum. Nokta koymamakla ilgili olabilir. “Bu budur” diye tanım yapmayı sevmiyorum. O beni çocuk gösteriyor olabilir.